Paul Cezanne Kimdir? Hayatı, Sanatı ve En Önemli Eserleri
Paul Cézanne, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başları arasında sanat dünyasında köklü dönüşümün mimarlarından biri olarak tarihe geçmiş Fransız ressamdır.
Wassily Kandinsky, modern sanat tarihinin en önemli isimlerinden ve batı sanatında soyut resmin öncülerinden kabul edilen Rus asıllı ressam ve sanat teorisyenidir. 16 Aralık 1866'da Moskova'da doğan sanatçı, resim sanatına otuz yaşında başlamasına rağmen, 20. yüzyıl sanatının akışını değiştirecek devrimci bir yol açmıştır.
Daha sonra Kandinsky, 1896 yılında Münih'e yerleşerek önce Anton Ažbe'nin özel sanat okulunda, ardından Güzel Sanatlar Akademisi'nde eğitim görmüştür. Sanatçı bu dönemde hem öğretmen hem de partner olduğu Alman ressam Gabriele Münter ile birlikte çalışmıştır. Sanatçının yaşamı boyunca ürettiği eserler, renkler ve formlar aracılığıyla duyguları ve spiritüel deneyimleri ifade etme konusundaki benzersiz yaklaşımıyla tanınmaktadır.
Wassily Kandinsky, Moskova'da varlıklı bir tüccar ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Beş yaşındayken ailesi boşanan ve çocukluğunun büyük kısmını Odessa'da geçiren sanatçının bu dönemde aldığı zengin kültürel miras sanatsal vizyonunu şekillendiren önemli faktörler arasında yer almıştır.

Kandinsky'nin yaşamındaki ilk büyük dönüm noktası, hukuk ve ekonomi eğitimi alarak akademik kariyer başlatması ile olmuştur. Ardından 1892 yılında kuzeni Anna Chimyakina ile evlenmiş ve Moskova Üniversitesi'nde hukuk doçenti olarak görev yapmıştır. Ancak 1896'da, sanatsal tutkusunu değerlendirerek akademik kariyerini bırakmış ve Münih'e taşınarak sanat eğitimine başlamıştır.
Sanatçı 1901'de eğitimini tamamladıktan sonra, Münih'te Phalanx Sanatçılar Derneği'ni kurmuş ve burada Gabriele Münter'e ders vermiştir. 1902 yazında ikili romantik bir ilişkiye başlamış ve 1909 yılına kadar Avrupa, Rusya ve Kuzey Afrika'da geniş çaplı geziler yapmıştırlar. Öte yandan bu dönem, Kandinsky'nin sanatsal gelişiminin en verimli yıllarından olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle Rusya'ya dönen Kandinsky, bu dönemde sanat reformuna odaklanmış ve 22 Rus müzesinin organizasyonunu üstlenmiştir. Daha sonra 50 yaşındayken, Nina Andreievskaya ile evlenen sanatçının bu ilişkiden bir oğlu dünyaya gelmiş ancak üç yaşında trajik bir şekilde hayatını kaybetmiştir.
1920'lerin başında Sovyet Rusya'sındaki sanat anlayışının değişmesiyle kendini yabancı hisseden Kandinsky, Almanya'ya dönmüş ve 1922'den 1933'e kadar Weimar'daki Bauhaus okulunda öğretmenlik yapmıştır. 1928'de Alman vatandaşlığı alsa da Bauhaus 1933'te Naziler tarafından kapatılınca Paris'e taşınmıştır. 1939'da Fransız vatandaşı olan Kandinsky, 13 Aralık 1944'te Neuilly-sur-Seine'de serebrovasküler hastalık nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
Kandinsky'nin sanat felsefesi, materyalizme karşı devrim üzerine kuruludur. Örneğin 1910 yılında yayınlanan ünlü kitabı "Concerning the Spiritual in Art", sanatın en derin ve özgün motivasyonlarını, sanatçıları yaratmaya iten spiritüel dürtüyü ve izleyicilerin sanatı spiritüel bir açlık olarak deneyimleme biçimini gözler önüne sermiştir.
Kandinsky'nin felsefesi ilk olarak, ressamların kendi iç yaşamlarını soyut, maddi olmayan terimlerle ifade etmelerine izin verecek spiritüel devrimle şekillenmiştir. Sanatçıya göre müzisyenlerin müzikleri için maddi dünyaya bağımlı olmadıkları gibi, sanatçılar da sanatları için maddi dünyaya bağımlı olmamalıdır.
Sanatçı, renklerin psikolojik etkisi konusunda da derin incelemeler yapmış ve her rengin belirli bir psikolojik etkiye sahip olduğuna inanmıştır. Örneğin onun için en spiritüel renk olan mavinin derinleştiği sürece insanları sonsuza çektiğini ve saflığa duyulan arzuyu uyandırdığını savunmuştur. Kandinsky’e göre sarı ise daha sıcak ve heyecanlı duygular uyandırırken, kırmızı güçlü ve iddialı bir karaktere sahiptir.
Kandinsky'nin sanatsal üretimi, zamanla figüratif resimden tamamen soyut forma doğru kademeli bir evrim göstermiştir. Sanatçının sanat yolculuğu boyunca yarattığı en popüler eserleri GaagArt adresi olarak sizler için aşağıdaki şekilde sıralamaktayız:
Composition VII (1913) - Kandinsky'nin en karmaşık soyut eseri olarak kabul edilen bu tablonun Tufan, Son Yargı, Diriliş ve Cennet gibi apokaliptik temaları kapsadığı düşünülmektedir. Sanatçı, bu anıtsal eseri yapmadan önce birkaç ay boyunca otuzdan fazla eskiz hazırlamış ve tabloyu dört günde tamamlamıştır. Daha çok renk ve biçimin kasırgası gibi dönen bu eser, soyut sanat tutkunları tarafından türünün en önemli tablosu olarak değerlendirilmektedir.

Yellow-Red-Blue (1925) - Wassily Kandinsky tarafından 1925'te yaratılan bu eser ise birincil renkleri içeren kareler, daireler ve üçgenlerle birlikte soyut şekilleri harmanlayan bir kompozisyon sunmaktadır. Yaklaşık iki metrelik genişlikteki eser, dikey sarı dikdörtgen, eğik kırmızı haç, büyük koyu mavi daire, çok sayıda düz veya kıvrımlı siyah çizgi, dairesel yaylar, monokromatik daireler ve dağınık renkli damalar gibi birkaç ana formdan oluşmaktadır.
Der Blaue Reiter (Mavi Süvari) Dönemi Eserleri - Der Blaue Reiter, Wassily Kandinsky ve Franz Marc'ın 1912'de resmi olarak oluşturduğu grup ve isimdir. Kandinsky günlüklerinde grup isminin Marc'ın atlara duyduğu tutkudan, kendi süvari sevgisinden ve maviye olan ortak sevgilerinden türetildiğini yazmıştır. Dolayısıyla bu dönemde üretilen eserler, sanatçıların spiritüel gerçekleri sanatlalarıyla ifade etme konusundaki ortak çalışmalarını yansıtmaktadır.
Improvisation Serisi – Özellikle Improvisation 10 ve Improvisation 13 gibi eserler, Kandinsky'nin soyut görsel dilinin zenginliğini ve çeşitliliğini göstermektedir. Bu çalışmalarda, renkli formlar ve çizgiler farklı uzaklıklardan görünüyormuş gibi sunulurken, kompozisyonlar dramatik olayları çağrıştıran dinamik sahneleri resmetmektedir.
Wassily Kandinsky genellikle soyut sanatın öncüsü olarak kabul edilmektedir. Sanatçının en bilinen soyut eserlerinden olan ve 1911'de Münih'te sergilenen Komposition V, kamuoyunun soyut resme ilgisini ateşlemiş ve söz konusu anıtsal eser ilk soyut çalışmalardan biri olarak öne çıkmıştır. Ayrıca Kandinsky, manifestosu "Sanatta Ruhanilik Üzerine"yi 1909'da taslak olarak hazırlamış ve eser, Komposition V’ten hemen sonra yayımlanmış ve soyut sanatın ilkelerini ortaya koymuştur.
Öte yandan sanatçının Blue Mountain (1908-09) eserinde de temsili olmayan resme doğru evrim açıkça görülmektedir. 1910'a gelindiğinde ise Improvisation XIV, müzikal başlığının da işaret ettiği gibi, zaten pratikte soyut olan eserlerdendir. 1911'deki Encircled tablosu ise dekoratif olmanın ötesinde, yalnızca renk ve biçimden oluşarak soyut tablo ve resim türünün kesin olarak gelişmesini yansıtmıştır.
Wassily Kandinsky'nin sanatsal gelişimi, 20. yüzyılın başındaki çeşitli sanat akımlarının sentezini yansıtmaktadır. Örneğin 20. yüzyılın ilk on yılında Kandinsky'nin çalışmaları Fovizm, Pointillizm ve İzlenimcilik etkilerini göstermiş, ancak kısa süre sonra radikal duyarlılığını paylaşan soyut sanata yönelmeye başlamıştır.
Kandinsky 1896'da Moskova'da Monet'nin Saman Yığınları sergisini gördüğünde özellikle etkilenmiş ve bu ona rengin neredeyse nesnelerin kendisinden bağımsız olduğu hissini vermiştir. Fovizm ise Kandinsky'nin renk kullanımı üzerindeki cesur ve serbest yaklaşımında önemli rol oynamıştır. Ayrıca Art Nouveau akımının sadeleştirilmiş soyutlama ve estetik yaklaşımı da Kandinsky'nin sanat anlayışını etkilemiştir. Ayrıca primitivizm ve orta çağ sanatından da esinlenen Kandinsky, soyutlama yoluyla, özellikle renklerin psikolojik ve duygusal etkilerini kullanarak sanatını geliştirmiştir.
Wassily Kandinsky’nin yaşamı, sanatını doğrudan şekillendiren sıra dışı deneyimlerle doludur. Onu diğer sanatçılardan ayıran en önemli özelliklerden biri sinestezi adı verilen nörolojik durumdur. Kısa bir ifadeyle Kandinsky renkleri duyuyor, müziği ise görüyordu. Diğer bir ifadeyle her nota onun zihninde belirli bir renge karşılık geliyordu. Örneğin sarı trompet sesi yaratırken, açık mavi flütü, koyu mavi çelloyu, daha derin tonlar ise kontrbas ve orgu çağrıştırıyordu. Sanatçının söz konusu algı farklılığı, tüm eserlerinin temelini oluşturmuş ve resimlerini adeta birer müzik kompozisyonu gibi inşa etmesine yol açmıştır.
Sanatçının sanata yönelişi de bu algı kırılmasının dramatik sonucu olarak bilinmektedir. Bolşoy Tiyatrosu’nda Wagner’in Lohengrin operasını izlediği sırada müziğe karşı yoğun görsel tepkiler hisseden Kandinsky, renklerin gözleri önünden akıp gittiğini ve hatlar belirdiğini söyleyerek hukuk kariyerini bırakmaya karar vermişti. Oysa o dönemde Moskova Üniversitesi’nde hukuk, ekonomi ve etnografi eğitimi almış, hatta hukuk alanında akademik kariyere başlamıştı.
Kandinsky sadece resimle yetinmeyerek zamanla performans sanatına da ilgi duymuştur. The Yellow Sound gibi disiplinlerarası sahne projeleri tasarlayan sanatçı, bu çalışmalarında müzik, ışık ve hareketin bağımsız değil, kontrpuan etkisiyle birbirini güçlendiren unsurlar olduğunu savunmuş ve sinestezik algısını sahneye aktarmaya çalışmıştır.

Kandinsky’nin modern ve çağdaş sanat üzerindeki etkisi günümüzde de güçlü bir şekilde hissedilmektedir. Sanatçının soyut sanatın teorik temellerini oluşturan düşünceleri, başta Soyut Ekspresyonizm olmak üzere birçok akımın mihenk taşına dönüşmüştür. Örneğin Jackson Pollock gibi sanatçılar, Kandinsky’nin hem spontane resme verdiği önemden hem de bilinçaltının ifade gücüne dair görüşlerinden etkilenmiştir.
Ayrıca Kandinsky’nin renklerin duygusal ve ruhsal etkilerine dair analizleri, Color Field Painting akımının büyük isimlerinden Mark Rothko dahil pek çok sanatçının yaklaşımını biçimlendirmiştir. Özellikle Rothko’nun büyük ve sade renk bloklarının Kandinsky’nin renk ve duygu ilişkisine dair teorileri yansıttığı bilinmektedir.
Kandinsky’nin Bauhaus’ta öğretmenlik yaptığı dönem ise soyut sanatın dünya çapına yayılmasında kritik rol oynamıştır. Bauhaus’un disiplinlerarası tasarım anlayışı, bugün grafik tasarımdan mimarlığa, endüstriyel tasarımdan dijital sanata kadar pek çok alanda güncel olarak izlerini taşımaktadır. Özellikle Nazi dönemi nedeniyle Avrupa’dan Amerika’ya yönelen sanatçı göçü, Kandinsky’nin fikirlerinin ABD’deki yeni kuşak sanatçılara ulaşmasını sağlamıştır.
Ayrıca 1980’lerde yükselen Neo-Ekspresyonizm akımını bile Kandinsky’nin etkisinden bağımsız olduğunu düşünmek mümkün değildir. Örneğin Julian Schnabel ve Philip Guston gibi isimler, sanatçının içsel dünyanın tuvale aktarılması gerektiği yönündeki görüşlerini yeni malzeme ve biçimlerle yeniden ele almıştırlar. Kandinsky’nin Wagner ve Schoenberg gibi müzisyenlerden esinlenen sanatsal vizyonu ise bugün dünyanın farklı kültürlerinden çağdaş sanatçıları etkilemeye devam etmektedir.